banner43

Ömer Seyfettin28 Şubat 1884 tarihinde, Yüzbaşı Ömer Şevki Bey ile Fatma Hanım’ın ikinci çocuğu olarak, Balıkesir‘in Gönen ilçesinde dünyaya geldi. Eğitim hayatına Gönen’deki bir mahalle mektebinde başladıktan sonra, babasının tayini nedeniyle öğrenimini önce İnebolu, sonrasında ise Ayancık ve İstanbul‘da sürdürdü. Aksaray‘daki Mekteb-i Osmani’ye bir süre devam etmesinin ardından, 1893‘te, parasız yatılı olarak Eyüpsultan Askeri Baytar Rüştiyesi’ne kaydoldu. Bu okulların ardından, asker olmaya karar verince, Kuleli Askeri İdadisi’ne yazıldı. Buradan da Edirne Askeri İdadisi’ne geçen Seyfettin, 1900 yılında İstanbul’a taşındı. Edirne’de ilk yazın çalışmalarına başlayan Seyfettin, yazdığı manzumeleri İstanbul’daki dergi ve gazetelere gönderdi. İlk defa, 17 Şubat 1900 tarihli Mecmua-i Edebiye’de, “Yad” adlı şiiri yayımlandı. Bu dergide, İstanbul’da bulunduğu zaman içerisinde 13 şiiri daha basıldı.

Askeri eğitimine, Harbiye Mektebi’nde devam ederken, 1903 yılında Makedonya‘da çıkan isyan nedeniyle, eğitimli asker ihtiyacının doğması üzerine, “sınıf-ı müstacele” hakkı verilerek, piyade asteğmeni rütbesiyle mezun edildi. Mezuniyetinin hemen ardından, Selanik merkezli Üçüncü Ordu‘ya bağlı İzmir Redif Tümeni’nin komutasındaki Kuşadası Redif Taburu’na tayin edildi. 1906 yılında İzmir’deki Jandarma Okulu’na öğretmen olarak atanan Seyfettin, bu süreç içerisinde, Baha TevfikMehmet Necip TürkçüYakup Kadri KaraosmanoğluŞehabettin Süleyman gibi dönem edebiyatının gözde isimleriyle buluşma fırsatını yakaladı ve buradaki edebiyat çevrelerinde sürdürülen faaliyetleri birebir takip etti. Yönetimsel sorunların halka olumsuz bir şekilde yansıdığı, imparatorluk içindeki ayrılıkçı fikirlerin gün yüzüne çıkmaya başladığı bir dönemde edebiyata yönelen Seyfettin, Türkçü düşüncenin savunucusu oldu ve bunu eserlerine de yansıttı. İzmir’de bulunduğu dönemde, Sebat, Hizmet ve Serbest İzmir gibi gazetelere makaleler yazdı.

1909 yılının Ocak ayında üsteğmen rütbesiyle, ayrılıkçı hareketlerin baş gösterdiği Rumeli‘de, Üçüncü Ordu Selanik merkezine atandı. Diğer Rumeli yörelerinde de, özellikle Yakorit Hudut Bölüğü’nde görev yaptı. Askeri kimliğini bir kenara bırakarak, yazmaya devam eden Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı ilk başyazısı, 11 Nisan 1911‘de Selanik’te faaliyet gösteren Genç Kalemler dergisinde, imzasız olarak yayımlandı. Eski adı Hüsn-ü Şir olan derginin adı, Akil Koyuncu‘nun talebi uygun bulunarak Genç Kalemler’e çevrilmişti. Seyfettin makalesinde, Türkçenin yabancı kelimelerden temizlenmesi, yabancı dillerden kelime transferi yapılması yerine, onlara Türkçe karşılıklar bulunması, yazılarda sadelikten yana olunması, edebiyatın halk diline indirgenmesi gibi konulara dikkat çekmeye çalıştı. Dergi bünyesinde yazın çalışmalarına devam ederken, Ziya Gökalp ile birlikte Yeni Hayat adını verdikleri bir harekete önayak oldular. Bu hareketin halka açılan kapısı ise, Genç Kalemler dergisi oldu. Cumhuriyet öncesi Türk edebiyat tarihinde neredeyse bir milli edebiyat akımı haline gelen hareket, “Türkçülük” düşüncesinin özgür sesi oldu. Seyfettin’in “Bahar ve Kelebekler“, “İrtica Haberi“, “Primo Türk Çocuğu“, “Ant” ve “Aşk Dalgası” gibi hikayeleri de bu dergide basıldı.

1912 yılında patlak veren Balkan Savaşı nedeniyle, Genç Kalemler kadrosunu oluşturan şairler ve yazarlar dağıldılar. Yeniden askeri göreve çağrılan Seyfettin, subay rütbesiyle savaşta aktif rol oynadı; ancak Yanya kuşatmasında Yunan ordusuna esir düştü ve Yunanistan sınırları içindeki Nafliyon‘a götürüldü. Burada geçen esaret günlerinde, kendini edebi yönden geliştirmeye adadı ve “Piç“, “Mehdi“, “Hürriyet Bayrakları” adlı hikayelerini aynı dönemde kaleme aldı. Bu hikayeler, Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zeka gibi dergilerde basıldı.

Bir yıllık esaret hayatının ardından, 1913‘te, İstanbul’a geri dönerek ikinci kez askerliği bıraktı ve Türk Sözü dergisinin başyazarlığını yapmaya başladı. Türkçü fikirleri hem edebiyat çevrelerine, hem de halka bu dergi vasıtasıyla duyurmaya devam etti. 1914‘te, Kabataş Sultanisi’nde, vefatına kadar sürdüreceği, edebiyat öğretmenliği görevine başladı.

Ünlü yazar, 1915 yılında, Calibe Hanım’la hayatını birleştirdi. Dönemin baskın siyasi hareketi olan İttihat ve Terakki Cemiyeti‘ne yakın duran Seyfettin’in, eşi, partinin ileri gelen üyelerinden Doktor Beşim Ethem Bey’in kızıydı. İki yıl gibi oldukça kısa bir zaman süren evliliğinden, Güner adında bir kızı dünyaya geldi. Özel hayatındaki çalkantıların ardından, Kalamış sahilindeki yalısında inzivaya çekilip, edebi faaliyetlerini burada sürdürmeye başladı. Huzurlu olmayan ruh haline rağmen, beğenilen birçok eserini bu dönemde ortaya koydu ve bunlar Yeni Mecmua, Şair, Donanma, Büyük Mecmua, Yeni Dünya, Diken ve Türk Kadını gibi dergilerde basıldı. Vakit, Zaman ve İfham gibi gazetelerde de pekçok makale ve hikayesi yayınlanan Seyfettin, yalnızlığını yazarak gidermeye çalıştı. Bunun yanında, yakın dostu Ali Canip Yöntem, onun annesi ve diğer pekçok edebi kişilikle sık sık biraraya gelen yazar, 6 Mart 1920 tarihinde, ilerleyen şeker hastalığı nedeniyle hayata veda etti. Önce Kadıköy‘deki Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı’na defnedilen yazarın naaşı, bu mezarlığın kaldırılacak olması nedeniyle, 23 Ağustos 1939‘da, Zincirlikuyu Asri Mezarlığı’na nakledildi.

Ömer Seyfettin, Cumhuriyet öncesi Türk edebiyatının gelişmesi, düşünsel ve yazınsal edebiyatın halka aktarılması adına çok önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Günümüze miras bırakılan edebi değerlerin, o dönemde köklerini salan yazarların en iyilerinden biridir. Şiir, makale, roman, hikaye ve günlük türlerinde çok değerli yapıtlar ortaya koymuştur.

banner62

banner61